KARADENİZ
Sinop'un salamura balık ticareti konusundaki önemine değinmeden önce belki de Karadeniz'in balık ve balıkçılık açısından önemini vurgulamak yerinde olacaktır.
Karadeniz, Türkiye'yi sısnırlayan diğer denizlere göre tuz oranı düşük bir denizdir. Diğer denizlerde tuz oranı %4 oranında iken Karadeniz'de bu oran %2'dir. Karadeniz'in tuz oranının bu kadar düşük olmasının nedeni nehirlerin bu denize boşalttıkları büyük miktardaki tatlı sudur. Tek başına Karadeniz'e dökülen tatlı su oranı Avrupa'nın tüm sularının sağladıkları hacmin üçte birine denktir.
Karadeniz'in birçok büyük nehir tarafından beslenmesi sonucu Marmara'dan 40 cm yüksek olması, İstanbul Boğazı'nın dar olması ve bahar ve yaz aylarında rüzgarın kuzeyden esmesi nedeniyle, Karadeniz'den Marmara'ya doğru kuvvetli bir yüzey akıntısı oluşur. Bu yüzey akıntısı, ortalama 4-5 deniz mili hızla, en dar yerinde 6-7 deniz mili hızla akmaktadır.
Bu akıntıların yanında, Karadeniz ve Marmara Denizi arasındaki tuz yoğunluğunun farkından dolayı İstanbul Boğazı'nın 40 m derinliğinde, Marmaradan Karadenize akan ve 'kanal' olarak adlandırılan bir alt akıntı vardır.
Aynı zamanda Karadeniz suları diğer deniz sularından daha serindir. Akdeniz akıntılarının çok zayıf etkisi, Karadeniz'in Marmara'ya boşalttığı soğuk su hacmi, Akdeniz'in karşı akıntılarından kendisinin aldığı sudan çok daha fazla olduğundan Akdeniz sularının ısıtıcı etkisi Karadeniz'de pek görülmez.
Bu iki faktör Karadeniz'de balıkların büyük bir kolaylıkla çoğalmalarına zemin hazırlar ve balığını diğer denizlerin balıklarından daha lezzetli yapar. Antik yazarlardan Strabon'un yazdığına göre bu denizlerde yapılan palamut avı doğanın sağladığı bir avantajdır.
Antik çağ yazarlarına göre Karadeniz'in bol deniz ürünleri, içlerinde Sinop'un da yer aldığı bir çok sahil kenti için bir zenginlik kaynağıydı.
Sinop'un salamura balık ticareti konusundaki önemine değinmeden önce belki de Karadeniz'in balık ve balıkçılık açısından önemini vurgulamak yerinde olacaktır.
Karadeniz, Türkiye'yi sısnırlayan diğer denizlere göre tuz oranı düşük bir denizdir. Diğer denizlerde tuz oranı %4 oranında iken Karadeniz'de bu oran %2'dir. Karadeniz'in tuz oranının bu kadar düşük olmasının nedeni nehirlerin bu denize boşalttıkları büyük miktardaki tatlı sudur. Tek başına Karadeniz'e dökülen tatlı su oranı Avrupa'nın tüm sularının sağladıkları hacmin üçte birine denktir.
Karadeniz'in birçok büyük nehir tarafından beslenmesi sonucu Marmara'dan 40 cm yüksek olması, İstanbul Boğazı'nın dar olması ve bahar ve yaz aylarında rüzgarın kuzeyden esmesi nedeniyle, Karadeniz'den Marmara'ya doğru kuvvetli bir yüzey akıntısı oluşur. Bu yüzey akıntısı, ortalama 4-5 deniz mili hızla, en dar yerinde 6-7 deniz mili hızla akmaktadır.
Bu akıntıların yanında, Karadeniz ve Marmara Denizi arasındaki tuz yoğunluğunun farkından dolayı İstanbul Boğazı'nın 40 m derinliğinde, Marmaradan Karadenize akan ve 'kanal' olarak adlandırılan bir alt akıntı vardır.
Aynı zamanda Karadeniz suları diğer deniz sularından daha serindir. Akdeniz akıntılarının çok zayıf etkisi, Karadeniz'in Marmara'ya boşalttığı soğuk su hacmi, Akdeniz'in karşı akıntılarından kendisinin aldığı sudan çok daha fazla olduğundan Akdeniz sularının ısıtıcı etkisi Karadeniz'de pek görülmez.
Bu iki faktör Karadeniz'de balıkların büyük bir kolaylıkla çoğalmalarına zemin hazırlar ve balığını diğer denizlerin balıklarından daha lezzetli yapar. Antik yazarlardan Strabon'un yazdığına göre bu denizlerde yapılan palamut avı doğanın sağladığı bir avantajdır.
Antik çağ yazarlarına göre Karadeniz'in bol deniz ürünleri, içlerinde Sinop'un da yer aldığı bir çok sahil kenti için bir zenginlik kaynağıydı.
KARADENİZ'DE BALIKÇILIK VE TUZLU BALIK TİCARETİ
Karadeniz'de yapılan balıkçılık her zaman yörenin ana geçim kaynağı olmuştur. Karadeniz'in yanı sıra bu denize dökülen ırmaklarda da bol miktarda bulunması nedeniyle balık, bölge ihracatında da ilk sıralarda yer almıştır. Antikçağ'da, bugün de olduğu gibi baharın gelmesi ile birlikte havalar soğuyana kadar burayı terk etmezlerdi. Bu durum antik kaynaklarda şu şekilde açıklanmaktadır:
"Bahar geldiğinde balıklar yumurta ile dolarlar, bunlardan bazıları yumurtlamak için bulunduklaı yerde kalırken, bazıları da biraraya gelerek Karadeniz'e uzanan yolu takip ederler. Karadeniz'e ulaşan bu balıklar burada yumurtlarlar. Çünkü Karadeniz tüm denizlerin en tatlısıdır, pek çok ırmağın bereketli suları buraya boşalır; yumuşak ve kumluk koyları vardır; bu koylar yiyecek açısından zengindir, dalgasız kıyılar, mağaralar, kumlu yarıklar ve gölgeli burunlar bulunur ve bunların tümü balıkların en çok sevdiği şeylerdir; fakat burada ne vahşi deniz canavarları yaşar ne de yüzgeçli ırkın herhangi bir öldürücü baş belası, ne de daha küçük balıkları avlayan bir tür, ıstakoz, yengeç gibi kancalı yaratıklar yoktur; burada yunuslar vardır elbet fakat tehlike oluşturacak sayıda değillerdir. Bu yüzden balıklar buraya gelmek için acele ederler..."
Diğer yandan, Antikçağ'da Karadeniz balıkçılığında ekonomik değeri en yüksek olan balık türlerinin, ton, palamut, uskumru ve mersin balığı olduğu, antik çağda isimlerinin sıkça geçmesinden anlaşılmaktadır. İlkbahar aylarından itibaren yem sürülerinin peşine takılarakbeslenmek üzere Karadeniz'e çıkan (anavaşya) ve sonbahar geldiğinde ise kışlamak üzere Marmara ve Akdeniz'e dönen (katavaşya) palamut ve ton balıkları bölge ekonomisinde ilk sıralarda yer almıştır. Aristoteles'e göre, palamut ve ton balıkları yanlızca Pontos'ta üremekteydi. Yumurtadan çıktıktan sonra birkaç gün içinde büyüyen yavru balıklar skordylai olarak adlandırılmaktaydı. Sonbahar geldiğinde Karadeniz'i terk eden bu yavru balıklar gelecek bahar tekrar Karadeniz'e döndüklerinde bu kez pelamys olarak adlandırılıyordu. Karadeniz'de doğan balıklar diğer bölgelerdeki balıklara kıyasla daha çabuk büyümekteydi. Öyle ki Karadeniz'deki palamut balığının günden güne büyüdüğünü izlemek bile mümkündü.
Galenos en iyi taze balıkların Karadeniz'den çıkanlar olduğu ve buradan elde edilen tuzlama balıkların ise Sardinya'da üretilenlerden sonra ikinci sırada yer aldığını belirtmiştir.
Büyük olasılıkla Karadeniz'den sağlanan ilk ticari nesne balıktı ve tuzlanmış ya da sos halinde işlenmiş olarak ihraç ediliyordu. Karadeniz'e gelen ilk Yunan kolonistlerin yerleşmek için tercih ettikleri yerler arasında Apollonia, Sinope ve Berezan gibi balıkçılık için ideal olan yerler gelmekteydi. Balıkların Karadeniz'den Marmara Denizi'ne doğru sürüler halinde hareket etmesi, büyük olasılıkla buradaki Yunan kolonistlerin dikkatini çekmiş ve onların, daha bol miktarda balık avlayabilecekleri yerler bulmak amacıyla Karadeniz içlerine ilerlemelerinde etkili olmuştur. Bölgede balıkçılık endüstrisinin MÖ 7. yy'da geliştiği sanılmaktadır. Hesiodos, salamura balıktan bahseder ve Hipponax gibi MÖ 6. yy yazarları da işlenmiş balık ürünlerinin lüks mallar arasında yer aldığını belirtir. ... Düzenli atölyelerin kurulması ve daha karmaşık bir ticaretin gelişmesi MÖ 7. yy'ın son çeyreğinden başlayarak 6. yy boyunca sürmüştür. Balıkçılıktan balıkçılıkla uğraşanların değil, ticaretini gemilerle yapan kişilerin kar sağladığı ve bu tüccarların da ya İonialı ya da Propontis kolonilerinde yaşayan bireysel girişimciler oldukları düşünülmektedir. Ege dünyası ile Karadeniz arasındaki ticari faaliyetler ilk aşamada malların karşılıklı değişimi şeklinde olmuştur. MÖ 5. yy'ın ikinci yarısında ve 4. yy'da Yunan Dünyası ve özellikle Atina, zeytinyağı ve şarap karşılığında Karadeniz'den hububat, balık ve bazı hammaddeleri ithal etmiştir.
Karadeniz Balıkçılığına ve bölgede balıktan elde edilen yan ürünlere ilişkin olarak antik kaynaklarda çeşitli bilgiler yer almaktadır. Ksenophon, Yunanlılar'ın yurtlarına dönüş yolculuğu esnasında Karadeniz'e ulaştıklarında, burada yaşayan kavimlerden biri olan Mossynoikialıların (Anadolu Karadeniz kıyılarının Terme'den sonraki bölümü) memleketini yağmaladıklarını ve ambarlarda tuzlanarak küpe bastırılmış yunus eti ile kaplar içinde balık yağı bulunduğunu, bu yağın Mossynoikialılar tarafından Yunanların zeytinyağını kullanmasına benzer amaçla, yani aydınlatmada kullanıldığını bildirir. Strabon ise Karadeniz kıyılarında yaşayan halkın, olta ile tutulan yunusların yağını her maksat için kullanan yegane insanlar olduğunu belirtir. Strabon, Khalyb’lerin ülkelerinin (Sinope ve Amisos’un doğusunda) tam karşısında Pharnakia (Pontos kralı I. Pharnakes’in Karadeniz kıyısında kurduğu kent) kentinin yer aldığını, ilk defa bu denizde yakalanan palamut avının doğanın sağladığı bir avantaj olduğunu belirtir. Ayrıca, Phazemonitis’in Karadeniz kıyısında kurduğu kent) kentinin yer aldığını, ilk defa bu denizde yakalanan palamut avının doğanın sağladığı bir avantaj olduğunu belirtir. Ayrıca, Phazemonitis’in (Amisosluların arazisinden sonra Halys nehrine kadar uzanan kısım) Phanaronia’ya (doğuda, Phazemonitis ile Amesia arasında kalan bölge) doğru uzanan kısmında Stiphane isminde denize benzeyen bir göl olduğundan ve burada pek çok balığın bulunduğundan bahseder. Aelianus’a göre, Karadeniz sahili boyunca uzanan Herakleia, Tieion ve Amastris şehirlerinde yaşayan herkes, tam olarak ne zaman geleceğini bildikleri (yaklaşık Temmuz ortası) ton balığı sürüleri şehirlerine ulaştığında, onları avlamak için gerekli olan pek çok donanımı hazırlamış olurlardı. Bunlar, tekneler, ağlar ve yüksek bir gözetleme kulesinden oluşmaktaydı. Gözetleme kulesi sahilde, geniş, kesintisiz manzarası olan bir yere kurulurdu. Gözetleme kulesine görevi, balık sürülerinin yaklaşmakta olduğunu teknelerde bekleyenlere bildirmek olan keskin bakışlı bir kişi yerleştirilirdi. Bu kişi aynı zamanda, balıkçılara ağları ne zaman ve ne yönde fırlatmaları gerektiği konusunda talimatlar verir ve balıkların miktarını belirtmeyi de ihmal etmezdi. Böylece, ağlarla kuşatılan ve yorgun düşen ton balıkları sürü halinde ele geçirilirdi.
Kaynak: Bursa Pınar, Antikçağ'da Anadolu'da Balık ve Balıkçılık, Türk Eskiçağ Bilimler Enstitüsü Yayınları.
LAKERDA VE SİNOP
Sinop antik dönemden beri coğrafi yapısının balıkların üremesine salamura balık ticareti konusunda önemli bir merkez olmuştur.
Strabon önemli esiri Antik Anadolu Coğrafyası kitabında Sinop'tan şöyle bahseder:
"...sonra, Sinope'ye gelinir. Burası Armene'den elli stadia uzaklıktadır; dünyanın o kısmındaki kentlerin en önemlisidir... Sinope, hem doğa hem de insanlar tarafından çok güzel bir şekilde süslenmiştir. Çünkü bir yarımadanın boynu üzerinde kurulmuştur. Berzahın her iki tarafında da iç ve dış limanları ve olağanüstü iyi palamut dalyanları bulunur. Ben bunlardan daha önce de söz etmiş ve Sinopelilerin balıkçılıkta ikinci, Byzantionluların da üçüncü olduklarını söylemiştim.
Gerek Strabon gerekse diğer kaynaklara baktığımızda palamutun şehrin en önemli balığı olduğunu görürüz. Balık sürüleri yumurtlamak için sahilin kuzey ve güneyine doğru yayılıyorlardı. Palamutların salamurası yapılır ve Yunanista'a sevk edilirdi. Balıkların fiyatı Yunanistan'dan Roma'ya çok fazla artıyordu. Ufak bir kavanoz Sinop salamurası 400 drahmiye satılıyordu. Ayrıca uskumru, kalkan, barbunya, yunus gibi bir çok balık tutulur ve sevk edilirdi. Yunus ise yemek için değil, en ziyade yağı ve ciğerinin tıbbi kıymeti için tutulurdu.
Sinop'un salamura balık konusundaki bu ticari öncülüğü mübadele ile birlikte zayıflamıştır.
MUMYAKMAZ NİKOLA'NIN BALIK TUZLAMA TESİSİ / SİNOP DENİZ SİNEMASI
Cumhuriyet öncesinde Sinop’un en büyük balık tuzlama tesisi Mumyakmaz Nikola tarafından işletilmekteydi. Osmanlı'nın son dönemlerine gelen bu tesiste Kırımizade İsmail Hakkı Bey’in dalyanlarındaki balıklar Ermeni ve Rum hanımlarca salamura edilerek değişik boylarda meşe fıçılara istiflenir ve gemilerle Kırım’a, hatta antik dönemde olduğu gibi İtalya ve onun üzerinden Fransa'ya ve de Tuna ve Volga ile içerilere kadar dışsatımı yapılırdı.
Bugün restore edilmiş olan Mumyakmaz Nikola'nın balık tuzlama tesisi Deniz Sineması ve Kafe olarak hizmet vermektedir.
NÜFUS DEĞİŞİMİ VE SALAMURA BALIK TİCARETİNE ETKİSİ
Kayıtlara göre Sinop’tan son salamura balık dışsatımı Kosova Vapuru’yla Eylül 1922’de yapılan yüz fıçı palamuttur.
Nüfus mübadelesi Sinop'un esnaf ve usta profilini de değiştirir. Rumların elinde olan kayıklar ve balık tutma işi onların gitmesiyle bir darbe alır. Kayık ve ağları göç eden Rumlardan alan Türkler bu balık tutma melekesini yeni öğrenmeye başlarlar.
SİNOP'TA SALAMURA BALIK İÇİN FIÇI İMALATI
Sinop'ta salamura edilen balıkların fıçılarını yapan son zanaatkar varoş mahallesinden Koçina Oğullarından Yorgo oğlu Vasil Usta bu mesleği Türklere öğretmek için özveriyle uğraşmış, hatta Sinop Cezaevi'nde mahkumlara dahi kurs açmış, 43 parça alet edevatını da buraya bağışlamıştır.
AZİZ FOKAS (SİNOPLU FOKAS ya da BAHÇEVAN FOKAS)
Onun adı Karadenizli ve Baltık Denizindeki balıkçılar arasında bir mühür olmuş, efsanelere köken olmuştur. Kabaderman (klabautermann) adı ile bilinen bir balıkçı adetinde tutulan avın bir kısmı Aziz Fokas'ın payına denilerek bir kaba toplanır, onun adına satılarak toplanan para derman olabilmesi için fakirlere verilirdi ... Büyük olasılıkla aslında Hristiyanlık öncesi mitolojik kahramanlara dayanan efsanevi bir tanrısallıkla harmanlanan bu Hristiyan pek çok kilise tarafından balıkçıların ve bahçevanların azizi olarak kabul görmüştür.
Karadeniz'de yapılan balıkçılık her zaman yörenin ana geçim kaynağı olmuştur. Karadeniz'in yanı sıra bu denize dökülen ırmaklarda da bol miktarda bulunması nedeniyle balık, bölge ihracatında da ilk sıralarda yer almıştır. Antikçağ'da, bugün de olduğu gibi baharın gelmesi ile birlikte havalar soğuyana kadar burayı terk etmezlerdi. Bu durum antik kaynaklarda şu şekilde açıklanmaktadır:
"Bahar geldiğinde balıklar yumurta ile dolarlar, bunlardan bazıları yumurtlamak için bulunduklaı yerde kalırken, bazıları da biraraya gelerek Karadeniz'e uzanan yolu takip ederler. Karadeniz'e ulaşan bu balıklar burada yumurtlarlar. Çünkü Karadeniz tüm denizlerin en tatlısıdır, pek çok ırmağın bereketli suları buraya boşalır; yumuşak ve kumluk koyları vardır; bu koylar yiyecek açısından zengindir, dalgasız kıyılar, mağaralar, kumlu yarıklar ve gölgeli burunlar bulunur ve bunların tümü balıkların en çok sevdiği şeylerdir; fakat burada ne vahşi deniz canavarları yaşar ne de yüzgeçli ırkın herhangi bir öldürücü baş belası, ne de daha küçük balıkları avlayan bir tür, ıstakoz, yengeç gibi kancalı yaratıklar yoktur; burada yunuslar vardır elbet fakat tehlike oluşturacak sayıda değillerdir. Bu yüzden balıklar buraya gelmek için acele ederler..."
Diğer yandan, Antikçağ'da Karadeniz balıkçılığında ekonomik değeri en yüksek olan balık türlerinin, ton, palamut, uskumru ve mersin balığı olduğu, antik çağda isimlerinin sıkça geçmesinden anlaşılmaktadır. İlkbahar aylarından itibaren yem sürülerinin peşine takılarakbeslenmek üzere Karadeniz'e çıkan (anavaşya) ve sonbahar geldiğinde ise kışlamak üzere Marmara ve Akdeniz'e dönen (katavaşya) palamut ve ton balıkları bölge ekonomisinde ilk sıralarda yer almıştır. Aristoteles'e göre, palamut ve ton balıkları yanlızca Pontos'ta üremekteydi. Yumurtadan çıktıktan sonra birkaç gün içinde büyüyen yavru balıklar skordylai olarak adlandırılmaktaydı. Sonbahar geldiğinde Karadeniz'i terk eden bu yavru balıklar gelecek bahar tekrar Karadeniz'e döndüklerinde bu kez pelamys olarak adlandırılıyordu. Karadeniz'de doğan balıklar diğer bölgelerdeki balıklara kıyasla daha çabuk büyümekteydi. Öyle ki Karadeniz'deki palamut balığının günden güne büyüdüğünü izlemek bile mümkündü.
Galenos en iyi taze balıkların Karadeniz'den çıkanlar olduğu ve buradan elde edilen tuzlama balıkların ise Sardinya'da üretilenlerden sonra ikinci sırada yer aldığını belirtmiştir.
Büyük olasılıkla Karadeniz'den sağlanan ilk ticari nesne balıktı ve tuzlanmış ya da sos halinde işlenmiş olarak ihraç ediliyordu. Karadeniz'e gelen ilk Yunan kolonistlerin yerleşmek için tercih ettikleri yerler arasında Apollonia, Sinope ve Berezan gibi balıkçılık için ideal olan yerler gelmekteydi. Balıkların Karadeniz'den Marmara Denizi'ne doğru sürüler halinde hareket etmesi, büyük olasılıkla buradaki Yunan kolonistlerin dikkatini çekmiş ve onların, daha bol miktarda balık avlayabilecekleri yerler bulmak amacıyla Karadeniz içlerine ilerlemelerinde etkili olmuştur. Bölgede balıkçılık endüstrisinin MÖ 7. yy'da geliştiği sanılmaktadır. Hesiodos, salamura balıktan bahseder ve Hipponax gibi MÖ 6. yy yazarları da işlenmiş balık ürünlerinin lüks mallar arasında yer aldığını belirtir. ... Düzenli atölyelerin kurulması ve daha karmaşık bir ticaretin gelişmesi MÖ 7. yy'ın son çeyreğinden başlayarak 6. yy boyunca sürmüştür. Balıkçılıktan balıkçılıkla uğraşanların değil, ticaretini gemilerle yapan kişilerin kar sağladığı ve bu tüccarların da ya İonialı ya da Propontis kolonilerinde yaşayan bireysel girişimciler oldukları düşünülmektedir. Ege dünyası ile Karadeniz arasındaki ticari faaliyetler ilk aşamada malların karşılıklı değişimi şeklinde olmuştur. MÖ 5. yy'ın ikinci yarısında ve 4. yy'da Yunan Dünyası ve özellikle Atina, zeytinyağı ve şarap karşılığında Karadeniz'den hububat, balık ve bazı hammaddeleri ithal etmiştir.
Karadeniz Balıkçılığına ve bölgede balıktan elde edilen yan ürünlere ilişkin olarak antik kaynaklarda çeşitli bilgiler yer almaktadır. Ksenophon, Yunanlılar'ın yurtlarına dönüş yolculuğu esnasında Karadeniz'e ulaştıklarında, burada yaşayan kavimlerden biri olan Mossynoikialıların (Anadolu Karadeniz kıyılarının Terme'den sonraki bölümü) memleketini yağmaladıklarını ve ambarlarda tuzlanarak küpe bastırılmış yunus eti ile kaplar içinde balık yağı bulunduğunu, bu yağın Mossynoikialılar tarafından Yunanların zeytinyağını kullanmasına benzer amaçla, yani aydınlatmada kullanıldığını bildirir. Strabon ise Karadeniz kıyılarında yaşayan halkın, olta ile tutulan yunusların yağını her maksat için kullanan yegane insanlar olduğunu belirtir. Strabon, Khalyb’lerin ülkelerinin (Sinope ve Amisos’un doğusunda) tam karşısında Pharnakia (Pontos kralı I. Pharnakes’in Karadeniz kıyısında kurduğu kent) kentinin yer aldığını, ilk defa bu denizde yakalanan palamut avının doğanın sağladığı bir avantaj olduğunu belirtir. Ayrıca, Phazemonitis’in Karadeniz kıyısında kurduğu kent) kentinin yer aldığını, ilk defa bu denizde yakalanan palamut avının doğanın sağladığı bir avantaj olduğunu belirtir. Ayrıca, Phazemonitis’in (Amisosluların arazisinden sonra Halys nehrine kadar uzanan kısım) Phanaronia’ya (doğuda, Phazemonitis ile Amesia arasında kalan bölge) doğru uzanan kısmında Stiphane isminde denize benzeyen bir göl olduğundan ve burada pek çok balığın bulunduğundan bahseder. Aelianus’a göre, Karadeniz sahili boyunca uzanan Herakleia, Tieion ve Amastris şehirlerinde yaşayan herkes, tam olarak ne zaman geleceğini bildikleri (yaklaşık Temmuz ortası) ton balığı sürüleri şehirlerine ulaştığında, onları avlamak için gerekli olan pek çok donanımı hazırlamış olurlardı. Bunlar, tekneler, ağlar ve yüksek bir gözetleme kulesinden oluşmaktaydı. Gözetleme kulesi sahilde, geniş, kesintisiz manzarası olan bir yere kurulurdu. Gözetleme kulesine görevi, balık sürülerinin yaklaşmakta olduğunu teknelerde bekleyenlere bildirmek olan keskin bakışlı bir kişi yerleştirilirdi. Bu kişi aynı zamanda, balıkçılara ağları ne zaman ve ne yönde fırlatmaları gerektiği konusunda talimatlar verir ve balıkların miktarını belirtmeyi de ihmal etmezdi. Böylece, ağlarla kuşatılan ve yorgun düşen ton balıkları sürü halinde ele geçirilirdi.
Kaynak: Bursa Pınar, Antikçağ'da Anadolu'da Balık ve Balıkçılık, Türk Eskiçağ Bilimler Enstitüsü Yayınları.
LAKERDA VE SİNOP
Sinop antik dönemden beri coğrafi yapısının balıkların üremesine salamura balık ticareti konusunda önemli bir merkez olmuştur.
Strabon önemli esiri Antik Anadolu Coğrafyası kitabında Sinop'tan şöyle bahseder:
"...sonra, Sinope'ye gelinir. Burası Armene'den elli stadia uzaklıktadır; dünyanın o kısmındaki kentlerin en önemlisidir... Sinope, hem doğa hem de insanlar tarafından çok güzel bir şekilde süslenmiştir. Çünkü bir yarımadanın boynu üzerinde kurulmuştur. Berzahın her iki tarafında da iç ve dış limanları ve olağanüstü iyi palamut dalyanları bulunur. Ben bunlardan daha önce de söz etmiş ve Sinopelilerin balıkçılıkta ikinci, Byzantionluların da üçüncü olduklarını söylemiştim.
Gerek Strabon gerekse diğer kaynaklara baktığımızda palamutun şehrin en önemli balığı olduğunu görürüz. Balık sürüleri yumurtlamak için sahilin kuzey ve güneyine doğru yayılıyorlardı. Palamutların salamurası yapılır ve Yunanista'a sevk edilirdi. Balıkların fiyatı Yunanistan'dan Roma'ya çok fazla artıyordu. Ufak bir kavanoz Sinop salamurası 400 drahmiye satılıyordu. Ayrıca uskumru, kalkan, barbunya, yunus gibi bir çok balık tutulur ve sevk edilirdi. Yunus ise yemek için değil, en ziyade yağı ve ciğerinin tıbbi kıymeti için tutulurdu.
Sinop'un salamura balık konusundaki bu ticari öncülüğü mübadele ile birlikte zayıflamıştır.
MUMYAKMAZ NİKOLA'NIN BALIK TUZLAMA TESİSİ / SİNOP DENİZ SİNEMASI
Cumhuriyet öncesinde Sinop’un en büyük balık tuzlama tesisi Mumyakmaz Nikola tarafından işletilmekteydi. Osmanlı'nın son dönemlerine gelen bu tesiste Kırımizade İsmail Hakkı Bey’in dalyanlarındaki balıklar Ermeni ve Rum hanımlarca salamura edilerek değişik boylarda meşe fıçılara istiflenir ve gemilerle Kırım’a, hatta antik dönemde olduğu gibi İtalya ve onun üzerinden Fransa'ya ve de Tuna ve Volga ile içerilere kadar dışsatımı yapılırdı.
Bugün restore edilmiş olan Mumyakmaz Nikola'nın balık tuzlama tesisi Deniz Sineması ve Kafe olarak hizmet vermektedir.
NÜFUS DEĞİŞİMİ VE SALAMURA BALIK TİCARETİNE ETKİSİ
Kayıtlara göre Sinop’tan son salamura balık dışsatımı Kosova Vapuru’yla Eylül 1922’de yapılan yüz fıçı palamuttur.
Nüfus mübadelesi Sinop'un esnaf ve usta profilini de değiştirir. Rumların elinde olan kayıklar ve balık tutma işi onların gitmesiyle bir darbe alır. Kayık ve ağları göç eden Rumlardan alan Türkler bu balık tutma melekesini yeni öğrenmeye başlarlar.
SİNOP'TA SALAMURA BALIK İÇİN FIÇI İMALATI
Sinop'ta salamura edilen balıkların fıçılarını yapan son zanaatkar varoş mahallesinden Koçina Oğullarından Yorgo oğlu Vasil Usta bu mesleği Türklere öğretmek için özveriyle uğraşmış, hatta Sinop Cezaevi'nde mahkumlara dahi kurs açmış, 43 parça alet edevatını da buraya bağışlamıştır.
AZİZ FOKAS (SİNOPLU FOKAS ya da BAHÇEVAN FOKAS)
Onun adı Karadenizli ve Baltık Denizindeki balıkçılar arasında bir mühür olmuş, efsanelere köken olmuştur. Kabaderman (klabautermann) adı ile bilinen bir balıkçı adetinde tutulan avın bir kısmı Aziz Fokas'ın payına denilerek bir kaba toplanır, onun adına satılarak toplanan para derman olabilmesi için fakirlere verilirdi ... Büyük olasılıkla aslında Hristiyanlık öncesi mitolojik kahramanlara dayanan efsanevi bir tanrısallıkla harmanlanan bu Hristiyan pek çok kilise tarafından balıkçıların ve bahçevanların azizi olarak kabul görmüştür.